Türkiye, geçtiğimiz haziran ayında dünyanın en sinirli 2. ülkesi seçildi.
Sokakta içten sıcacık gülümseyen bir insan görmeyeli ne kadar çok oldu değil mi? Ne zaman sokakta sahiden gülen bir insan gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?
İnanın ben hatırlamakta çok zorlanıyorum.
Güzel bir gülümsemeyle, tatlı dille bir ‘günaydın’, ‘iyi günler’, ‘kolay gelsin’ sözü duymaya hasret kaldık.
Neden bu kadar gülmeyi unuttuk? Niye kimse mutlu değil? Sokakta neden hep asık yüzler, depresif bakışlar? Nerede Türk insanının kibar dili, nezaketi?
Oysa ki biz Türkler neşeli ve sıcak kanlı yapılarıyla bilinir, öyle değil mi?
Nedir bizi biz yapan özelliklerimizden bu denli uzaklaştıran?
Bu konu ülkemizin değerli bilim adamları tarafından mutlaka irdeleniyordur ve irdelenecektir. Ben bir sosyolog değilim veya sosyoloji uzmanı da değilim.
Fakat insanımızın bu salgın haline gelmiş mutsuzluğu ile ilgili birkaç naçizane tespitimi sizinle paylaşmak isterim.
Eğitimde, hukukta, demokraside, sanatta, sporda, bilim ve teknolojide, muasır medeniyetler seviyesine ilerleme kararlılığında ve daha birçok şeyde geriye gittik.
Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerine bağlı her yurttaşımızın mutlaka yüreğini bunaltıyor ve üzüyordur.
Ancak mutsuzluğun bu kadar salgın haline gelmesindeki en önemli etken bana göre ekonomideki inanılmaz bozulmadır.
VATANDAŞ AÇLIK SINIRINA TERK EDİLDİ
İnsanlığın en temel ihtiyaçları beslenme ve barınma. Ancak öyle bir noktaya gelindi ki, Türkiye’de yaşayan çoğu yurttaş bu temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda değil.
Barınmak başlı başına bir mesele. Kiralık ev krizini hepimiz haberlerde okuduk. 3 bin liraya kiralık ev bulunamıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan asgari ücreti açıklarken, “Hiçbir vatandaşımızı enflasyona ezdirmeme sözümüz, kararlığımız var” demişti.
Sayın Erdoğan ülkemiz gerçeklerinden bu kadar uzaklaşmış olamaz değil mi? Rica ediyorum 5 maaşlı danışmanlarından biri kendisini uyarsın, çünkü bin odalı Saray’dan görünenle vatandaşın yaşadığı bir değil.
Ülkemizin ücretli ve emeklilerinin önemli bir kısmı açlık sınırının altında ücretle yaşamaya çalışıyor.
Bakın dikkatinizi çekiyorum, yoksulluk sınırı değil açlık sınırı.
Bu demek oluyor ki nüfusumuzun önemli bir kısmı, yeterli beslenmesini sağlayacak düzeyde yiyeceğe erişemiyor.
Hal böyleyken nasıl gülelim değil mi?
4 bin lira emekli maaşıyla çocuğunu üniversite okutmaya çalışan ama en ucuz yurt ücretinin 3 bin lira olduğunu gören vatandaşın kahkahalarla gülmesi gerekirdi, değil mi?
Üniversite okuyup hayallerine ulaşmak isteyen, bunun için KYK kredisi alan, aldığı 45 bin lira krediyi 150 bin lira olarak geri ödemek zorunda olan genç kardeşim, kendisine asgari ücreti bile layık görmeyen düzene gülmesin de ne yapsın?
Yılların emeğini formaliteden bir mülakatta atanmışların vicdanına kaybeden emektar kardeşim gülmesin de, bankamatik memurları mı gülsün?
Her gün bir meslektaşı öldürülen, şiddet korkusuyla çalışan doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız neden biraz gülmüyor?
Kadına şiddet böyle tavan yapmışken, giyindikleriyle namusu ölçülürken bu ülkenin kadınları neden gülmesin? Bu arada sokakta gülen kadınlar için ne düşündüklerini ve söylediklerini de biliyoruz değil mi?
Trafikte en ufak bir tartışmada canından olabilecekken neden arabamızdan etrafa gülücükler saçmıyoruz?
Gün boyunca çalışıp akşam ailesiyle dışarıda bir yemek yiyerek stres atmayı planlayan işçi kardeşim 3 kişilik yemeğe maaşının 10’da birini verirken niye gülümsemeyi unutsun?
Bir kadeh içip sorunlarından uzaklaşmak isteyen vatandaşımız tüm parasını alkole yatırmamak için sahte alkol tüketip zehirlendiğinde buna gülmezse neye güler?
Devletin kadrolarına eş, dost, akraba atanmazsa,
Cebini değil halkını düşünen liyakat sahibi kişiler görev alırsa,
Halkın belini büken vergiler, vatandaştan değil yandaştan alınırsa,
Mülteciler için harcanan milyarlarca dolar, kasada kalırsa,
Şeffaf, denetlenebilir ekonomi komisyonları oluşturulsa,
Var olan kaynaklar en verimli ve en çok kalkınmamıza hizmet edecek alanlarda, alanında en yetenekli insanlarca kullanılırsa,
Türk siyaseti kirlilikten arındırılırsa,
Halkımız için yeniden gülmek çok da uzak değil.