Zelig, Woody Allen’ın hem çekip yönettiği hem de oyuncusu olduğu bir filmdir. Film Leonard Zelig’in kısaca hayatını anlatır.
Bir rahatsızlığı ile gündeme gelerek ünlenen Zelig’i tıpkı belgesellerde olduğu gibi başkalarının ağzından tanır ve yine ona dair verilere de eski görüntüler yardımı ile ulaşılır.
Eski görüntüler siyah beyaz ve pütürlü olarak gösterilir, ardından güya hayatında yer alan insanların “mış” gibi olan yaşantılarını dinleyerek devam eder.
Bu senaryoya sahip ve gerçeklik yanılsaması ile oluşan oyunculuklara tanıklık ettiğimiz ilk dakikalar, bize “acaba gerçek mi bunlar” diye düşündürtecektir.
Film ilerledikçe konunun gerçek olmadığı düşüncesini oluştursa bile, zaman zaman karşımıza çıkan sahnelerle tekrar seyirciyi düşünmeye iterek, diri tutacaktır.
Filmde bulunan gerek üst ses kullanımı, geçmişe dair görüntüler veya röportaj verenler; gerekse “mış” davranışlara sahip oyuncular ya da gazete manşetleri vb. bize belgeseli hatırlatacak birçok unsur yer alır.
Biçim olarak belgesel olan ama konu olarak kurmaca bir yapıya bürünmüş bir bukalemun ile karşı karşıya olduğumuz bir filmdir. Başlangıç sahnesi eski gibi görünen bir festival ile başlar ardından röportajlar girer.
Bu röportajları verenler içinde ana karakterin hayatında yer alan önemli kişiler ve röportaj vermeye değer olan duayen kişilerin yer aldığı bir yapısı vardır.
Onların anlattıkları ile olayın detaylarına inilir. Biz de karakteri tanımaya başlarız. Bu şekilde detaylara inerek, filmdeki karakterle karşılaştıkça, bir bakıma belgesel görünümünde olan ama öyle de olmayan bir kurmaca dünyası içine inmeye başladığımızı fark ederiz.
Adeta bir biyografi belgeselmiş gibi olan film, karakterimizin geçmişine giderken ki siyah beyaz ve pürüzlü görüntüleri ile sahte belgesel için kullanılan yakıştırmalardan black-comedy(kendisini belgesel sanmamıza sebebiyet veren bir kara komedi)’i aklımıza getirir.
Film belgeselin aşina olduğumuz kodlarıyla devam eder. Ana karakter de sanki bu durum ile işbirliği halindedir. Yani karakteri, film boyunca güya bir bukalemun hastalığına sahip, psikolojik tedavi gören biri olarak izleriz.
Karakter normal gözükür ama başkasının yanında güvende hissetmek adına, karşısındakinin biçimine bürünür. Tam da filmin yapısı gibi.
Çünkü film de güya belgeseldir ama izledikçe belgeselden uzaklaştığımız bir filmdir. Bu bakımdan film de kendi içerisinde bukalemundur.
Biçimi ile içeriği farklı olarak bir sahte belgesel işlevi görür. Ayrıca film de geçen ve tam da türüne yakışır bir cümle yer alır; “gerçek hayattan dram”.
Film buna örnek teşkil ediyormuş gibi gözüken belgesel biçiminde kara mizahtır.
Dahası film genel itibari ile sürekli gerçekçilik ve temsiliyet çerçevesini oluşturur ve yıkar. Belgesel de bize gerçeği aktarır.
Yani belgelerle, duayenlerin konuşmalarıyla, eski görüntülerle ve belge niteliği taşıyarak gerçekliğe hizmet eden her şey belgeselin gerçeklik unsurunu oluşturur.
Şüpheye veya oluşabilecek herhangi bir açıklığa yer vermeden ilerleyen bir yapısı vardır. Film de, bunu “gerçek nasıl hissettirir?” ve bunun gibi sorular etrafında şekillenen bir gerçeklik çerçevesinin yıkılışını gösterir.
Film gerçeğin yansıma olabileceğini veya değişim geçirebileceğini; bir temsil olabileceğini ve bunun gerçek olamayacağını göstererek ters yüz hale getirir.
Bununla beraber, bukalemun olan karakter ile bukalemun olan bir belgesel vardır.
Sahte belgesel türüne ait olan Zelig kurmaca konusuyla, belgesel biçimine sahip olsa bile bir belgesel ciddiyetine sahip değildir.
Bu bakımdan film, hem belgesel ve kurmaca arasında çizgiyi ortadan kaldırırken hem de olması gereken belgesel anlayışının dışında bir konuya sahiptir.
Fakat biçim olarak belgesel özelliğine sahip oluşuyla bu film, sahte belgesel türü arasında yerini alır.
Ebrar Şengül AYDIN