Zamanın hızlı akmasından şikayet ederdik… Ama artık zaman durdu… Takvimler 6 Şubat 2023 saatler ise 04:17’de takılı kaldı… Bir dakika bile ilerlemiyor… Hepimiz aynı ana hapsolduk… Toplumsal travma tabiri bile karşılamaya yetmiyor yaşadıklarımızı… Tüm gündemimiz, bütün önceliklerimiz tek bir anda değişti. Ne planların, ne hayallerin ne de başarıların önceliği yok artık… En önemli hayalimiz hayatta kalmak oldu sadece bir gecede…
Olan depreme mi üzülelim yoksa olacak depremin kaygısını mı yaşayalım, buna bile karar veremiyoruz. Tamamen araftayız… Zihinlerimizdeki korkulara hapsolduk… Bu çağda böyle güzel bir ülkede yaşadıklarımız bunlar mı olmalıydı..?? Depremin değil tedbirsizliğin toz ettiği enkazlarda kaldı hayatlarımız… Çünkü iş ahlakımız bile dejenere oldu. Sadece yap-sat, edebildiğin kadar kâr et… Gerisi umurumuzda bile değil, çünkü en kıymetli unsurun hayat olduğunu bir türlü idrak edemedik… Hayat yoksa hiçbir şey yok! Bu ilk değildi oysa ki… Deprem bizi daha önce İstanbul’da, Düzce’de, İzmir’de ve birçok ilde defalarca uyardı ama biz hâlâ inatlaşıyoruz doğa ile… Kendimizi dünyanın hakimi zannetmeye devam ediyoruz yediğimiz onca tokata rağmen…
Oysa ki Koca Sinan’ı doğuran bu topraklar değil miydi? İnsanlığa hizmet anlayışının kârdan binlerce kat üstün olduğunu, iş ahlakının bir erdem olduğunu Mimar Sinan’ımızdan öğrenemediysek kimden öğreneceğiz..??
Buna sadece bir örnek verelim :
Mimar Sinan’ın eseri olan Şehzadebaşı Cami’nin 1990’lı yıllarda restorasyonu yapılırken, bir inşaat mühendisi yaşadıkları olayı şöyle anlatıyor:
“Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda çürümeler vardı. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik. Fakat taş kemerin inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kalıbı yaptık, sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda iki taşın birleşme noktasında olan bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık, şişenin içinde dürülmüş bir kağıt vardı. Açıp kâğıda baktık. Osmanlıca yazıyordu, bir uzman bulup okuttuk.
Bu, Mimar Sinan tarafından yazılmış bir not idi ve şöyle diyordu:
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından, bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu, size bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum“
Koca Sinan mektubuna böyle başladıktan sonra, o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu’nun neresinden getirdiklerini söyleyerek izahına devam ediyor ve ayrıntılı biçimde kemerin inşasını anlatıyordu. Bu mektup bir insanın yaptığı işin kalıcı olması için gösterdiği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, 400 yıl dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden ve 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk bilincindendir.
O günlerden bugünlere insanoğluna hizmet etme erdemindeki değişimi ifade edecek olursak karşılayacak bir tabir var mı bilemiyorum… Sonuç mu..?? 10 ilimizde hayat yıllarca geriye gitti… Ev yok, sokaklar yok, marketler yok, elektrik yok, ısınma sistemi yok, yemek yok, tuvalet yok, su yok… Hayat yok… Gece birlikte uyudukları aileleri, sevdikleri yok… Hayatta kalanlar ise kurtulduklarına bile sevinemiyorlar. “Gidenler kurtuldu bizim yaşadığımız hayat mı, keşke biz de ölseydik” diyenler bile var..
Sevmediğimiz için yemeğe kapris yaptığımız yemeklerin, sıcaklık biraz düşse üşüdüğümüz için şikayet ettiğimiz evlerimizin, hatta evlerimizin duvarlarının, çatısının, çeşmelerinin, tuvaletlerinin, elektrik prizlerinin, kendi banyomuzda duş alabilmenin ne kadar değerli olduğunu çoğumuz yeni idrak ediyoruz. Çünkü hepimiz otomatik pilotta yaşıyoruz… Evimiz, işimiz, rutin hayatımız, sevdiklerimiz hep otomatik olarak var olacak zannediyoruz… Bir gün elimizden çekip alınacağını aklımıza bile getirmiyoruz. Sevdiklerimizi kırmaktan, gereksiz öfkeden, hırslarımızdan gururumuzdan bir türlü vazgeçemiyoruz… Ne olursa olsun dünyadaki tek haklı biziz zannediyoruz… Bir düşünün kaç değerli insanı kurban ettiniz gururunuza, kaç insan kaldı o enkazın altında..?? Peki hayallerimizi neye güvenerek erteliyoruz? Geri dönüşü olmayan gün gelmeden önce akıllarımız ve vicdanlarımız bize geri döner umarım… Hiçbir acı boşuna yaşanmamalı, alınması gereken dersler alınmalı ve hayatlarımız buna göre sıfırdan inşa edilmeli… Aksi takdirde, tarihin tekerrür ettiği gibi hayatlarımızdaki yanlışlar da tekerrür eder…
“Öğüt verici olarak ölüm yeter”
~Hz. Ömer~
Esranur UMURBEYLİ