Önce gökdelenleri dikip, yıldızlarımızı çaldılar ve bizi karanlığa mahkum ettiler. Sonra bahçelerimizi talan edip çiçeklerimizi öldürdüler.
Öfkeyle ve kederle… Evet bir yarımızı kaybettik… Gençliğimizi geçirdik o şehirlerde. Sokaklarında hayaller kurduğumuz şehirler. Ahhh Antakya, medeniyetler şehrim. Düşündükçe
yanıyorum. Caddelerinde sevgilimizle el ele dolaştığımız Antakya’m… O muhteşem yemeklerin hâlâ damağımda ve o güzel insanlar hâlâ kalbimde. Size nasıl anlatsam o insanları. Anteplisi, Maraşlısı, Antakyalısı harikaydınız. Çok zaman olmadı düğün hediyesi Maraş işi mangalımı birine
verdim. Sadece anılarda kalacağını bilemedim. Çok özür dilerim…
O insanların şehrine gittiğiniz zaman yemekler sofralar kurulurdu. Hali vakti yerinde olmayan bile en güzel sofrasını hazırlardı ve o yemeğin tadını yıllar geçse de unutamazsınız. Ayakta karşılarlardı bilir misiniz? Orada yaşamayan bilemez. İnsan insan derler ya insan nedir ben orda bildim. Hepinizi seviyorum ölenleri hâlâ hayatta olanları. Unutmayacağım, unutturmayacağım, unutmayalım.
Biz halk olarak, biraz dinginliği biraz mutluluğu hak etmiyor muyuz? Her yeni güne acaba bugün hangi hırsızlığı duyacağız, bugün hangi dolandırıcılık ortaya çıkacak, bugün hangi ölümü duyacağız diyerek uyanıyoruz.
Bugün kaç ocak söndü, bugün nelere zam geldi, ekonomik kriz ne kadar büyüdü, bugün hangi çocuk öldü, bugün kaç tane çocuk öldü, bugün kaç tane çocuğa tecavüz edildi, bugün hangi yuvayı yıkıldı, bugün kim intihar etti bugün kaç kişi öldü?
Sayılar kalıyor aklımızda. Oysa ki sayılarla mı anılmalıydı onlar. Ne yazık ki ahlâk çöktü ve yıkıldı gitti Likya…
Gün geceye dönerken ışıklar karardı bir bir
Şehir al bir ateşe döndü
Yıkıntılarda kaldı yem yeşil kışlar
Kara baharlara yelken açtı çiçek gülüşlü kalpler
Topluca öldürdüler hepimizi
Kefensiz gömdüler çukurlara öylesine attılar
Issız kentlerde bıraktılar
Nasıl güleceğiz nasıl dirileceğiz
Toprak ağlıyor, gökyüzü kan kırmızı
Yerin altı çığlık çığlığa
Duvarlar üstümüze geliyor
Gün karardı Hattena’da…
Kader ELTUTAN