DDI Akademi kurucusu yazar Dağhan Dönmez, 7/24 Gündem Dergi’nin 5. sayısına konuk oldu. Dönmez, 7/24 Gündem Genel Yayın Yönetmeni Nevin Aydoğan’a yeni kitabı Nietzsche ile Akşam Yemeği kitabını ve DDI Akademi için hayallerini anlattı.
Sizi tanıyabilir miyiz?
11 Mayıs 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Yazı çizi işlerine çocukluktan itibaren başladım. Okuma yazmayı söktükten sonra A5 boyutunda kağıt, renkli kalemler ve biriktirdiğim çocuk dergilerinden kestiğim fotoğraflarla kendimce bir gazete çıkarırdım. Babam o yıllarda muhasebecilik yapıyordu. Muhasebecilik bir yanıyla ofset demekti benim için. Orada ilk defa daktilo görmüştüm. Onun başına oturup bir şeyler yazmayı çok seviyordum. Babamın iş yerine gittiğimde hazırladığım o gazete benzeri şeylerin fotokopisini çekiyordum. Sonra okulda sınıf arkadaşlarıma satıyordum. O gazetenin müdavimleri bile vardı 🙂
Lise dönemimde lakabım ‘gazeteci’ idi. Sonrasında hayatım bambaşka bir yöne doğru gitti. 4 yıl bankacılık-sigortacılık okudum. Bir de o alanda yüksek lisans yaptım. 1980 kuşağı biraz tornadan geçmiş, apolitik bir kuşak olduğu için böyle bir bölüm tercihi yapmıştım. Ne istediğini bilsek de bunu hayata uyarlayamayan insanlar olduk. Mutsuzdum ama çok önemsemiyordum. Bu kendimle verdiğim bir mücadeleydi. Sonrasında 20 yıllık bir edebiyatla, felsefeyle iç içe olma hali söz konusu.
2003-2004 yılından itibaren edebiyat dergilerine yazdım, kitap eleştirmenliği yaptım. Bazı dergilerin oluşumunda bulundum. Yazılar, şiirler yazdım. Bu işlere girmem şiir ile oldu. İlk kitabım da zaten bir şiir kitabıdır. (Duvar Yazıları) Yaklaşık 20 yıllık bir yaşantı. Bunun uzunca bir zamanında para kazandığım meslek ise finans sektörüydü. Bir beyaz yakalı olarak…
Beyaz yakalı olarak çalışma ve oradan çıkamama durumu devam ederken -bir yanıyla Kafkaesk bir durum içerisinde yaşamımı sürdürürken- bir ara form olarak teftiş işini buldum. 8 yıl boyunca bir özel bankanın denetim bölümünde çalıştım. Şehirlere yolculuk, seyahatlerle bir zenginleşme imkanı buluyordum.
Romantize etmek gerekirse, masa başından kurtulma ve farklı şehirlerde, otel odalarında kitaplarla baş başa kalma fırsatı bulmuştum. 2019 yılına kadar bu şekilde devam ettim. Kitap eleştirmenliği yapıyor, yazılar yazıyor, seminerler veriyordum ancak neticede bir yandan yine bankada çalışıyordum. En sonunda 2019’da bu şekilde devam edemeyeceğimi düşünüp -biraz delice bir karar olsa da- bankadan ayrıldım. Sonrasında sadece edebiyat, felsefe ve sosyal bilimlerle uğraşma kararıyla akademiyi kurdum.
Pandemiye denk gelmesi nedeniyle online platformlar üzerinden atölyelere başladık.
2017’den itibaren felsefe ve atölyeler zaten yapıyordum. Hep yapmak istediğim, kendi alanında değerli insanları bir araya getirip onlarla birlikte öğrenmekti. Bir ‘Agora’ oluşturma hayaliydi bu. Bu hayal akademiyle beraber gerçekleşti. Bu yapı giderek farklı insanlarla buluşmaya devam ediyor.
Nietzsche ile ne zaman tanıştınız, ilk hangi kitabını okudunuz?
İnanın hatırlamıyorum. Ben biraz hırsızlama okuma yapan birisiyim. O kitaptan bu kitaba sekerek, pek çok kitabı bir arada okuyarak bitirmeye çalışan birisiyim. Dolayısıyla hatırlamıyorum. Tan Kızılı, Putların Alacakaranlığı, Böyle Buyurdu Zerdüşt beni çarpan kitaplardı.
Kitaplarının ötesinde Nietzsche’nin tarzı, üslubu beni çok etkiledi. Nietzsche bu çağa hala hitap ediyor. Pek çok yazar, filozof böyle ancak Nietzsche ile başlamak bence daha uygundu. Nietzsche kendini açan, biraz şiirle felsefeyi birleştiren bir filozof. Bu bana da çok uyuyordu, benim de yolculuğum şiirle başladı. Nietzsche’nin edebiyatçı olmadığını söyleyenler olduğu gibi felsefeci olmadığını söyleyenler de var. Ben kendimi de bir nebze öyle görüyorum. Bir disiplinin içine yerleşemeyen veya yerleşmek istemeyen bir düşünceye sahibim.
Nietzsche’nin söylemleriyle şiddetli bir şekilde yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sürü ve köle ahlakından bahseder. Kapitalizmle ve ideolojilerle halklar sürüleştiriliyor. Kendi seçimlerini, kendi edimlerini oluşturamayıp bir havucun peşinden giden, yönlendirilen topluluk psikolojisinden bahsedebiliriz.
Nietzsche günümüzde yeniden popüler hale geldi, sizce nedeni nedir?
Nietzsche karizmatik bir filozof. Bu hem caziptir, hem de tehlikelidir. Nietzsche’de böyle bir yan var. Görüntüsü ve sesiyle dürtüsel bir yerden seslenen bir filozof. Üst insan ideolojisi kişinin kendi kendine yarattığı bir anlam ve onun peşinden gitme zorunluluğunu hatırlatan bir durum.
‘İstersen başarırsın’ gibi neoliberal düşüncelerle Nietzsche’nin düşünceleri benzeyebilir. Ama bunları bir araya getirmek hatalı olur diye düşünüyorum. Bunun içsel gibi gözüküp aslında dışsal olduğuna inanıyorum.
‘Enerjini gönder, sana geri döner’ düşüncesi sadece senden ibaret bir dünya düşüncesi ortaya koyuyor. Bir yandan da sonucu bir yere devrediyorsun. Nietzsche ise ‘Önce kendini yenmelisin, kendini aşmalısın’ diyor. Bu çağın argümanlarıyla yan yana getirilebilecek bir filozof ve bu yüzden hala popüler.
‘Nietzsche ile Akşam Yemeği’ kitabınızdan bahsedelim biraz da…
Hem akademide hem kültür-sanat mecralarında ‘Nietzsche ile Akşam Yemeği’ adıyla ders veriyordum. Nietzsche bir tarafıyla bedenin filozofu, yemenin filozofu. Nietzsche, “Almanların aklı çalışmaz, çünkü fazla buğday tüketirler” demiştir. Dolayısıyla maddi sebeplerin, zihin dünyasına tesir edebileceğini söyleyen bir filozof. Nietzsche’yi anlamanın, hesaplaşmanın, onunla diyoloji içerisinde bulunmanın yemekle çok alakalı olacağını düşündüm.
Bu bir seminerdi ama kitaba dönmeliydi. Bir yıl boyunca bu seminerin konuşmalarını yapmıştım, kitap için geriye yalnızca yazmak kalır diye düşünüyordum. Fakat notları, zihnimdeki bilgileri düz bir şekilde kağıda dökmek canımı sıktı. Sonrasında didaktik bir şekilde yazmaktan vazgeçtim.
Nietzsche’ci bir tavırla meseleyi oyuna çevirdim. ‘Karşımda olsa ve oluşturduğum karakter Nietzsche ile beraber yemekte sohbet etse’ diye düşündüm ve bunu gerçekleştirdim.
Nietzsche ile hiç tanışmamış birine, onu nasıl anlatırsınız?
Nietzsche, Sokratik geleneğe karşı gelen bir filozof. Kabaca söylemek gerekirse, Nietzsche ekolü öte dünyalarda yaşamın anlamını konumlandırmış, felsefeyi ölmeyi öğrenmek olarak tanımlamış bir ekol. Sokratik gelenekte yaşama sevincinden ziyade sükunet, dinginlik, bilgelik ve sağaltılmış ideal benliği kurma durumu vardır. Oysa Nietzsche bize tam tersini anımsatma peşindedir.
Nietzsche, TV izleyen aile fertlerinin önüne geçerek ‘Ben buradayım’ diyerek zıplayan bir çocuk neşesinde bize yaşama sevincini hatırlatır. Bize anlamın, yaşamın içerisinde kurulması gerektiğini hatırlatan bir tavrıdır.
Nietzsche’nin dünyasında güzellik ve gerçeklik birbirine zıt iki kavramdır. Güzele ulaşmak için olabildiğince gerçekten uzaklaşmak gerekir. Kapının dışında adımımızı attığımız hayat bizi nihilizme sürükleyen bir hayattır, bizi umutsuzluğa sevk eder. En basit tabirle ölüm vardır. Nietzsche, gerçeklerden uzaklaşarak bulacağımız güzelliği bize hatırlatır.
Nietzsche ile ters düştüğünüz yerler var mı?
Çok. Mutlaka yüzleşilmesi, hesaplaşılması gereken bir filozof. Bir tarafıyla çocuk heyecanı içerisinde bir filozof. Henüz olgunlaşma evresine ulaşamamış, bizim için bir panzehir.
Mutlaka dikkate alınması gereken, öte yandan deyim yerindeyse projesi tamamlanmamış bir filozof. Bu heyecana, bu reddiyeye gereksinim duyuyoruz ancak bunun bir ergenlik dönemi de olmalı. Zaten Nietzsche de bu vaatle yola çıkmıştı. Apollon ve Dionysos’u sentezlemek -trajik yaşam dediği tam olarak bu- istiyordu.
Dionysos yaşamın heyecanı, afrodizyak yanı. Apollon ise denge, uyum ve sükunetin yanı. Bu ikisinin sentezinden bahsediyordu.
Ben Nietzsche’yi bu sentezi tam projelendirememiş bulurum. Nietzsche, Kant’ı büyük ölçüde eleştirir, haklı olduğu yanlar da vardır. Öte yandan Kant ile yolculuğa çıkmak (Bizim de içinde bulunduğumuz Orta Doğu’ya yakın coğrafyalarda) daha güvenlidir. Nietzsche’siz yola çıkılmaz ancak bu coğrafyalarda Kant güvenilir bir liman gibidir.
DDI Akademi için önümüzdeki süreçte planlarınız, hayalleriniz nelerdir?
Hayallerimiz sonsuz. Bunların ne kadarını gerçekleştirebileceğimizi hayat gösterecek. Birlikte yolculuk ettiğimiz pek çok kurum var. Sinema Felsefe Derneği yönetim kurulu üyesiyim. Sinefilozofi grubuyla beraber yolculuk ediyoruz. Kültür sanat alanında önemli işler yapan Studio Gaia ile birlikteyiz. Kurmuş olduğum Lento Dergi işin yazın dünyasında bir cephesi. Bunlarla birlikte bu alanda meseleyi daha da derinleştirmek istiyoruz.
Aziz Kedi ile senaryo derslerimiz üç yılını doldurdu. Bu anlamda bir ekol. Ahmet Erözenci ve Atilla Birkiye ile beraber yazarlık okulumuz var. Esas hayalim bir müfredat oluşturmak. Alternatif bir öğretim merkezi gibi. Platon’un Akademia’sı gibi. Bu noktada Bodrum’da bir deneme yapacağız. Bu sene orada bir felsefe dersi yapacağız. Becerebilirsek uzun soluklu bir hale getirip orada felsefe, sinema, edebiyatın ve farklı disiplinlerini bir araya getirip bir yaşama kültürü oluşturmak istiyoruz.
Felsefeye başlayacaklar için film ve kitap öneriniz var mı?
En zorlandığım soru bu aslında. Benim hayatta en çok önemsediğim mesele, kendi gündemini yaratmak. İnsan, Heideger’in dünyayla birlikte var olma hali olarak tariflediği durumdan kopmamalı ancak ona teslim de olmamalı. Dolayısıyla kendi gündemini yaratmak çok önemli. Kendi kitaplarını bulmak, kendi filmlerini bulmak, kendi meselelerini bulmak…
Atilla İlhan’ın ‘Sokaktaki Adam’ romanında şöyle bir pasaj geçer; “Herkesin bahsedebileceği bir recaisi vardır ama benim bir recaim yok.”
Recailere çok takılmamak ve kendi gündemini yaratmak lazım. Atilla İlhan, Milan Kundera benim için çok önemli rehberlerdir. Kitap okunmaz, yazar okunur. Yazarı seçmek lazım. Mesele malümatfuruşluk değildir, mesele kendi dünyanı inşa edebilmektir. Felsefeye başlamak isteyen birisi, Platon’un ilk diyaloglarından mutlaka faydalanmalı.
İtalyan yönetmen Tarnatore’nin ‘1900 Efsanesi’ filmi beni çok çarpan filmlerden biridir. Susanne Bier’in, Kant’ın ödev ahlakını anlatan ‘Daha İyi Bir Dünyada’ filmi de bence mutlaka izlenmeli. Danimarka yapımı bir filmdir.
Kamplaştığımız şu siyasi pozisyonda özellikle izlenmesi gereken bir film. Bir takım kararları ve eylemleri zorunda olduğunuz için değil de doğru olduğuna inandığınız için yapmayı tartışıyor. Mutlaka izlenmesini ve bunun hakkında düşünülmesini isterim.
Tüm okurlara ve sizlere teşekkür ediyorum“