Sosyal medya hepimizin hayatına bir ahtapot gibi girmiş durumda. Tabii ki ben de aktif olarak kullanmaya çalışanlardan biriyim. Çünkü her şey dijitale evrilmiş. E- dergiler, e-kitaplar, şarkılar kasetlerden dijital ortama aktarılmış. Ben de bir şair ve yazan biri olarak elimden geldiğince aktif olarak kullanmaya çalışıyorum.
Sadece amacım kitabımın bilinirliğini artırmak ve şiir seven bir kişiye bile ulaşabilmenin mutluluğunu yaşamak. Benim gibi düşünen çok insan vardır. Çoğumuzun giriş amaçları farklı oluyor. Kiminiz sanatçı kimliğiyle, kiminiz gazeteci, kiminiz astrolog, kiminiz sadece gündemi takip etmek ve paylaşmak. Tabii ki gündemin bu mecradan takip edilebilirliği de ayrı bir tartışma konusu olabilir. Böyle bir bilgi kirliliği içindeki sosyal medyada asla gündem bu platformlardan takip edilmemeli.
Çok ilginçtir ki bu süreçte -tabii sözüm meclisten dışarı herkesi kastetmiyorum- maalesef bazıları yemeğinizin içinden çıkan bir saç teli gibi çıkıyorlar ortaya. Messenger denilen bir yazışma sayfası var biliyorsunuz. Oradan özelden konuşulabiliyorsunuz. Engellemek isterseniz engelliyorsunuz tabii ki de konu o değil.
Önemli bir şeyi fark ediyorsunuz. İnsanların yalnızlığını, sevmeye, sevilmeye, ilgiye ne kadar ihtiyaçları olduğunu görüyorsunuz. Kalabalıklar içinde yalnız insanlar…
Yanı başındaki insanları görmeyip sanalın heyecanıyla kayıp giden hayatları görüyorsunuz. Sevgisini yanlış kulvarlarda harcayan insanlarla dolu bir platform. Sanal ortam diye, sınırsız bir özgürlüğün içinde olacağını düşünenler…
Sevgilisine, eşine şimdiye kadar bir çiçek almayan, şimdiye kadar bir dize bile yazmamış insanların şairliğe soyunduğunu, ‘muhteşemsin, harikasın, zarifsin, şiir gibisin’ kelimelerini onlardan esirgeyip de sizde ne kadar güzel harcadıklarını fark ediyorsunuz değil mi?
Bunu sosyal medyada hepimiz yaşıyoruz ve farkında olun bu insanlar bunları herkese söylüyorlar. Bir de telefon numarasını verip siz kabul etmeyince mesajı hemen silenler var. Sanki silince ne istediği anlaşılmayacak diğer yazılanlardan. Hayır deyince çok ilginç yanıtlarla karşılaşanlarımız var. “Sonsuz özgürlüğü seçmişsin ama sonsuz yalnızlık elde etmişsin” Hayır kelimesini böyle yorumlamak ustalık gerektiriyor gerçekten. Nasıl bir özgüven insanların hayatını bu şekilde yorumlama hakkını veriyor. O da ayrı bir konu tabii ki…
Sadece gülün ve geçin. Ustalardan uzak durun lütfen. Kendinizi böyle ucuz cümlelere kaptırmayın.
İnsanlarla onların istediği şekilde konuşmayınca “Kezban ” ya da ortama ayak uydurmayan, hayatın akışına kendini bırakmayan insanlar olarak nitelendiriliyorsunuz. Yaftalanan siz oluyorsunuz.
Bir de “anı yaşa hayat kısa” cümlesiyle karşılaşıyorsunuz. Bunun Latincesi “carpe diem”. Türkçesi yetmeyip Latincesini kullanmaya çalışanlar. Anı yaşamak lafının bu kadar yanlış anlaşıldığını görünce üzülmeden edemiyor insan.
“Anı yaşamak kesinlikle; boş vermek, umursamamak, duygularını görmezden gelmek veya bugünün işini yarına bırakmak değildir. Eğer bu şekilde kullanıyorsanız bilin ki anı yaşamıyorsunuz, sadece savunma mekanizmalarınız devreye giriyor”
“Anı yaşıyorum, bir kere geldim zaten bu dünyaya” bahaneleri ile kapatmaya çalışırlar. Halbuki kendilerini bu tarz düşünceler ile aldatarak, hayatta kaybettiklerinin veya kaybedeceklerinin farkında değillerdir. Evet hayat kısa ve bir saniye sonra ne olacağımız belli değil ama üretmek, çalışmak bizim geleceğimizi şekillendirir.
Anı yaşamanın anlamını çözmeniz dileğimle…
Bizim jenerasyon çok ara bir zamanda doğdu Kader Hanım. Bizden önceki kuşak tamamen analog, sonrakiler ise tamamen dijital bir kuşak. Analog kuşağa göre Dijital dünya cehennem, Dijital kuşağa göre Analog dünya cehennem. Bizler ise bu iki cehennem arasındaki Araf’ta kalanlarız. e den kaçış yok artık; e devlet, e nabız, e dergi, e gazete, e mail, e hesap vs. vs.
Hal böyle olunca, e arkadaşlık, e aşk, e bilmem ne neden olmasın ki
Keyifli bir yazıydı, emeğinize sağlık.
Öncelikle çok teşekkür ederim içtenlikle yaptığınız yorumunuz için.Kesinlikle haklısınız bizler Araf’ta kalmışız…