İşi iyi biliyorum öyleyse iyi bir yönetici olurum. Nasıl bir önerme? Hadi üzerine düşünelim.
Çalışma hayatım boyunca en çok gözlemlediğim durum; şirketlerde çoğu yöneticinin, yönetici koltuğuna oturduğunda, o koltuğa oturma sürecinde işe yarayan teknik bilgi ve becerilerinin iyi yönetici olmak için de yeterli olacağını düşünmesi.
İşi biliyor olmanın en önemli şey olduğuna inanması. Ve aynı zamanda çoğu şirketin üst yönetiminin ya da insan kaynakları biriminin, yöneticilerini sadece işi iyi bildikleri ya da yeterince kıdemli oldukları için yönetici yapması.
Ama işte o an Pandora’nın Kutusunun açıldığı andır. Çünkü işi iyi bilmek ile iyi yönetici olmak arasındaki ilişki yok denecek kadar azdır.
Bir yöneticinin, eğer iyi bir lider olmak istiyorsa ilk bilmesi gereken, insanların duygularının olduğu gerçeğidir.
Ne saçma bilmez mi dediğinizi duyar gibiyim. Bilir bilmesine elbette ama o duyguları ne kadar önemser, ne kadar saygı duyar, yönetim tarzını ne kadar o gerçeğe göre şekillendirir.
İnsan kaynakları birimlerinde çalıştığım yıllarda yönetime (patronuma) şöyle bir cümle kurduğumu hatırlıyorum. “İnsanlar bu kapıdan girerken duygularını kapıda bırakıp içeri öyle girmiyorlar.” Düşünün duyguların ne kadar göz ardı edildiği bir ortammış ki bunu hatırlatma gereği duymuşum. Şöyle bir düşünün kaç şirket var bu şekilde çalışan.
İş hayatında iki dünya vardır. Gerçekler dünyası, duygular dünyası. Gerçekler dünyası ile ilgili bir sorunu çözmek kolaydır. Hammadde bitti, sipariş et gelsin.
Peki ya duygular dünyası. Yeterince takdir edilmediği için kendini kötü hisseden bir çalışan, ya da herkesin önünde yediği fırça nedeniyle aşağılandığını hisseden bir personel.
Bu sorunları nasıl çözeceğiz. Elbette iyi liderlik ile. Bir yönetici, sınırlıda olsa kişiliği tanıyabilmeli, duygusal zeka hakkında fikir sahibi olmalı ve en önemlisi çalışanının duygular dünyasına nasıl dokunabileceğine az çok kafa yormuş olmalıdır.
Her çalışanın kişiliği, değerleri, yetenekleri vb farklıdır. Kişi normali genelde kendinden yola çıkarak tanımlar.
Dolayısı ile yönetici kendi yapabildiklerini çalışının da yapabilmesini bekler. Oysaki herkesin yapabilecekleri, yetenekleri, algısı, ilgileri farklıdır.
Çok yaygın bir deyiş vardır. “Başkalarına sana davranılmasını istediğin gibi davran.” Yeni liderlik anlayışı artık tamamen değişti.
Artık deniyor ki “başkalarına onlara davranılmasını istediği gibi davran”. Bu da neyi beraberinde getiriyor.
Çalışanı iyi tanımayı. İyi bir yönetici her bir çalışanını ayrı bir değer olarak görmeli, onu çok iyi tanımalı ve yönetimini ona göre şekillendirmeli.
Artık duygular dünyasını anlayan, çalışanların kişilikleri ve ihtiyaçları üzerine kafa yoran şirketler fark yaratıyor. Rekabetin bu kadar keskin olduğu bir ortamda rekabet avantajı mutlu çalışanlardan geçiyor.
O zaman ne diyoruz gülen yüzler, mutlu bireyler, verimli işler, başarılı kurumlar.
Çalışanınız mutlu, çalışma ortamınız verimli olsun…
Ziynet GİTMEZ