Bugün yazımda su ve kültür ilişkisini kısaca yazmaya çalışacağım. Su, hava, toprak. 3 doğal kaynak. Bu üç doğal kaynak medeniyetlerin doğmasında başat rol oynamışlardır.
Örnekler vermeye çalışalım:
Önce Mısır’dan başlayalım. Nil nehri olmasa Mısır medeniyeti olmazdı. Taşkınlar, dağlardan, uzak bölgelerden gelen alüvyonlar büyük tarım deltaları oluşturdular.
Babil bahçeleri Sümerler Akadlar, Elamlar; Dicle ve Fırat arasında oluşan Mezopotamya medeniyetleri.
Hindistan ve Pakistan’da Ganj ve İndus nehirleri maddi ve manevi kirlilikleri okyanusta taşıyan, yıllarca Hint medeniyetlerine yaşam alanları sunan kutsal nehirlerdir.
Anadolu’nun ortasında Kızılırmak ve Hitit medeniyeti. Ege’de Gediz Menderes nehirleri ve İyon medeniyeti. Bergama ve İzmir (Simirna)
Milattan önceki yıllarda Marmara Karadeniz ve boğazlarda kurulan Truva, İstanbul, Sinope, Trabzon (Trapezus) kentleri. Bunlar aynı zamanda kültür başkentleri. Orta Karadeniz’de Samsun (Amisos) Kızılırmak ve Yeşilırmak’tan ayrı düşünülebilir mi?
İstanbul 2 kıtanın birleşim noktasında. Sinope milattan önce Karadeniz’in başkenti. Surlarının kuruluş tarihi bilinmiyor.
Trabzon Roma’nın kuruluşu ile aynı yıllarda antik bir kent olarak kuruluyor. İpek Yolu’nun en önemli ayağı ve başlangıç noktası.
Türklerin Orta Asya’dan başlayan büyük göçlerinin nedeni su ve toprak arayışlarıdır. 7. ve 10. yüzyıllarda Anadolu yarımadasına ticaret amacıyla gelenler yaşadıklarını, gördüklerini doğal zenginlikleri, ürün çeşitlerini anlatmakla bitiremiyorlardı.
Önemli olduğu için tekrarlıyorum; su, toprak, hava 3 büyük doğal kaynak. Bu 3 büyük doğal kaynağın birbirinden ayrılmaları veya bütünleşmelerindeki insani müdahaleler (doğrudan veya dolaylı) büyük felaketlerle sonuçlanmaktadır. Kuraklıklar, göçler, kıtlıklar, giderek iklim değişiklikleri, iklim bozmaları örnekler olarak sıralanabilir.
Su, canlı yaşamın içinden doğduğu kaynaktır varlıktır. Hava suyu toprakla oluşturan, onu taşıyan temel öğelerden biridir.
Meteorolojik döngü canlı ve cansız varlıkların oluşumunda başat rol oynamaktadır.
İmparatorlukların kurulması, yıkılması, medeniyetlerin kurulması, gelişmesi, su toprak ve hava ile doğrudan ilişkilidir.
Toprak gıda üretimidir, hava nefestir, su vücudun ve toprağın temel ihtiyacıdır. Bunlar varsa yaşamdan söz edilebilir. 19. yüzyılda petrol neyse 21. yüzyılda su önemli olarak petrolün yerine almaya başlamıştır.
Her su kaynağının bir havzası, bir rezervuarı yani toplanma alanı vardır. Bu alanları havzaları korumak deltaları korumak yaşamsal önemdedir. Su havzalarının korunması, koruma-kullanma, yaşam dengelerinin gözetilmesi yaşamsaldır. Bu havzalar yüzlerce ekosistemi, ekosistem çeşitliliğini, biyolojik çeşitliliği bağrında yaşatır.
Arılar, kelebekler, balık ve bitki çeşitleri, buzul ve dağ, yayla, mera, orman ekosistemleri endemik zenginlikleri bünyesinde barındırır.
Samsun (Amisos) bu zenginliklerin sayesinde varolagelmiştir. Zenginlikleri yaşatmak aynı zamanda insanı da yaşatmaktır.
Havzalar, deltalar, ovalar bunun için geleceğimiz için korunmalı, geliştirilmelidir.
Anadolu’nun, Karadeniz’in zengin biyoçeşitliliğini tehdit eden tehlikelere kısaca değinerek yazımızı tamamlayalım:
Özetle bugün geleceğimizin büyük bir tehlike ve tehdit altında olduğu.
1950’lerden bugüne, son yarım asırda biraz fazla bir zaman diliminde her türlü betonlaşma, çarpık yapılaşma çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini de karartmaktadır.
Kentlerimiz, insanlarımızın zihniyet geriliğinin de yansıması ve aynalarıdır. Yerel yönetimler bu duruma çanak tutmaktadır.
Trabzon kenti tanınamaz duruma getirilmiştir. Zihinsel kirlilik, görünen en tehlikeli kirlilik. Ne yapmalı?
Zor ve kapsamlı bir soru, bu soruya gelecek yazımızda değinme sözüyle yazımızı burada şimdilik noktalayalım.
İyi okumalar, sevgiler…