Çağımızın genel rahatsızlıklarından biri, söylenenleri işitmek veya duymak. Dinlemek ve anlamak ise çok farklı.
Hızla geçen zaman ve her şeyi hızlı tüketme alışkanlığı belki de bu iki kavramı birbirine karıştırdı. Konuşulanı duymak yerine dinleyip anlamak hissetmek, ilişkileri kolaylaştıracak ve sağlamlaştıracakların başında gelir ama birazda emek ve akıl ister.
Bu konuyu büyük önder Atatürk ve Selahattin Pınar arasında geçen bir anı ile anlatmak isterim.
Nubar ( Tekyay ) Atatürk’ ün dinlediği, sevdiği sanatçılardan birisidir.
Atatürk bir gün Nubar’ dan kendi bestelerini seslendirmesini ister. Nubar çalar ve bitirir. Sonra “ Paşam bir arkadaş var müsaade ederseniz onun da bir bestesini seslendireyim der ve
Selahattin Pınar’ın bestesini okur.
Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek
Hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek
Bil ki ruhum seni çılgınca severken ölecek
Yine sensin beni bir lâhza şifâyâb edecek
Güfte: Mustafa Nafiz Irmak
Atatürk daha tanımadan, görmeden Selahattin Pınar’ın bu bestesini çok beğenir ve tanışmak ister. Ertesi akşam Dolmabahçe sarayına davetlidir, Selahattin Pınar.
Atatürk aynı besteyi birde kendisinden dinlemek ister. Sonra bir kez daha ister.
Bir akşam Florya deniz köşküne davet edilir Pınar. Hüzzam faslı yapılır ve Pınar’ın yeni yaptığı bestesi de okunur.
Aşkınla sürünsem, yine aşkınla delirsem
Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem
Bir gölge gibi ruhunun altında belirsem
Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem
Güfte: Mustafa Nafiz Irmak
Atatürk bu şarkıyı ilk defa dinliyordur ve “durun “ deyip Selahattin Pınara “ Bu şarkı senin mi “ der. Pınar “Evet paşam” der.
Bakın, bir sanatçınınbir bestesini dinleyip, ilk defa duyduğu diğer bestenin de ona ait olduğunu anlamak, elbette deha gerektirir, hele de ömrü cephelerde geçmiş biri olarak.
Tüm olağan üstü yanlarını bir yana koysak bile, bir şeyi işitmekle duyup anlamak arsında ki farkı, bu anı bana fazlası ile anlatıyor.
Raşit ERTENLİ